2012 yılının sonunda gösterime giren ve Ben Affleck’in yönetmenliğini yaptığı Argo filminin ilk sahnelerinde, 1953’te İngiliz ve Amerikan istihbarat teşkilatlarının ortaklaşa düzenledikleri ve dönemin popüler başbakanı Musaddık’ın devrilmesi, Şah Rıza Pehlevi’nin de tahta getirilmesiyle sonuçlanan darbeden belgesel görüntüler var. Film, 1979’da Tahran’daki Amerikalı rehineler krizi sırasında altı Amerikalı diplomatın Kanada elçiliğinin yardımıyla kaçırılarak kurtarılmalarını konu ediyor.
Filmin çıkışından birkaç hafta sonra, İran hükümetinin filmin yapımcıları George Clooney ve Ben Affleck’e karşı “İran devletine hakaret” gerekçesiyle yasal işlem yaptırmayı planladığı ve İran İslam Cumhuriyeti’ni bu işlem sırasında Fransız avukat İsabelle Coutant-Peyre’in temsil edeceği basına sızdı[1].
Coutant-Peyre, cinayet suçundan halen Fransa’da ömür boyu hapis yatmakta olan – 2001’den beri de evli bulunduğu – ünlü terörist Çakal Carlos’un avukatlığını yapmış olmasıyla tanınır. Kendisi ayrıca Fransız Holokost inkarcısı Roger Garaudy’nin de avukatlığını yapmıştır.
Coutant-Peyre, Argo’nun En İyi Film Oscar’ını kazanmasına tepki olarak İran Kültür ve İslami İrşad Bakanlığının Mart 2013’te Tahran’da düzenlediği “Hollywood uydurması” adlı konferansa katılmıştı. Konferans sonundaki basın bildirisinde, filmin “uluslararası kültürel normları” ihlal ettiği, Argo’ya En İyi Film ödülü verilmesinin “İran milletine ve tüm insanlığa karşı bir saldırı” olduğu belirtiliyordu[2].
Coutant-Peyre’in özgeçmişine baktığımızda, “tüm insanlığa karşı bir saldırı” suçlamalarının, Holokost’un inkarını ve bir uydurmaca olduğunu düzenli olarak dile getirmesiyle ün salmış bir hükümetten gelmesindeki ironiyi görebildiğine ihtimal vermemiz zor.
Üstelik Ben Affleck, sinema kariyeri dışında, ilerici politik görüşleri ve öncelikle Afrika’da fakirliğe karşı yardım girişimlerindeki etkin çalışmalarıyla tanınır. 2008’de Birleşmiş Milletler Barış Elçisi[3] seçilen George Clooney ise, özellikle Afrika’daki katliamları durdurma ve önleme amaçlı kuruluşlarda etkin olmuş, bu arada 2003’de Irak savaşına da açıkça karşı çıkmıştı. Böyle kişilikleri karşısına alan bir yaklaşımın, örneğin Batı dünyasında – ayni İranlıların sıkça şikayet ettikleri – “iranofobi”nin azalmasına nasıl katkıda bulunduğunu görmek zor. Büyük bir ihtimalle İran hükümetinin bu olayda asıl amacı İran halkı ve bölge halkları nezdinde ‘puan toplamak’tan ibaretti.
Filme gelince, diplomatların kurtarılmaları hikayesini kendine göre güzelleştirdiği ve devrimci militanlarla İran halkı arasında bir fark gözetmediği yönünde eleştiriler aldığı doğrudur. Ne var ki, yönetmenin filmin başında 1953 darbesinden görüntüleri ekrana getirerek izleyiciyi düşündürmeye çalıştığı da bir gerçek. Kaldı ki, Hollywood’dan çıkan hiçbir filmde henüz bu kadarı bile görülmemişti.
Bu arada İran’da başkanlık seçimleri yapıldı ve bu seçimleri ılımlıların desteklediği muhafazakar aday Hasan Ruhani kazandı. Hollywood stüdyolarına karşı herhangi bir yasal işlemden de artık söz edilmez olunması bu gelişmeye bağlı olsa gerek.
Ancak tüm bu söylediklerimiz, otuz seneden fazladır bölgeyi etkilemeye devam eden İran “kin”inde İngilizlerin ve Amerikalıların önemli oranda tarihsel sorumlulukları olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gelecek yazımda bu konuya değineceğim.
1. http://www.hurriyet.com.tr/planet/23099059.asp
2. http://www.theguardian.com/world/2013/mar/12/iran-sue-hollywood-distorting-image
3. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından sanat, edebiyat, müzik ve spor alanlarından bir kişiye verilen en yüksek ünvan